Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından Ankara’da Ahmet Hamdi Akseki Camiinde düzenlenen ‘Kandil Özel Programı’na Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez katıldı.
Türkiye’nin ünlü hafızlarından Kur’an-ı Kerim tilavetleri, Mevlitten bölümler ve Diyanet İşleri Başkanlığı Tasavvuf korosunun seslendirdiği ilahilerin yer aldığı programda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, sözlerine Hz. Peygamberin ‘Arkadaşlarım’ dediği, camiyi dolduran çocukların kandilini kutlayarak başladı.
Hz. Muhammed’in doğum yıldönümünün İslam alemini sevgiyle, muhabbetle kuşatmasını dileyen Başkan Görmez, “14 asır önce dünyaya teşrif ettiğinde nasıl ki cehalet yok oldu, nasıl ki insanlık vahşetten kurtuldu, rahmete erdi, onun bugün Veladeti Mevlidi yeniden ülkemizi, milletimizi, gönül coğrafyamızı, alemi İslam’ı sevgiyle, muhabbetle, rahmetle kuşatsın” dedi.
Mevlit kandili gecesinde Hz. Peygambere karşı yerine getirilmesi gereken üç vazife olduğuna dikkat çeken Başkan Görmez, O’na karşı yapılan iki hatayı da sözlerine ekledi.
Mevlit kandilini ihya etmenin en güzel yolunun bu vazifeleri yerine getirmek olduğunu vurgulayan Başkan Görmez, şunları söyledi;
Kandil gecelerinde bize soruyorlar, ‘Hocam, bu gece ne yapalım, kaç rekat namaz kılalım, ne kadar Kur'an okuyalım, nasıl bu geceyi ihya edelim?’ İşte bu sorunun cevabını şimdi veriyorum, bu geceyi en güzel bir şekilde ona karşı ümmet olarak, her birimize düşen üç vazifeyi yerine getirmeye karar vererek ihya edeceğiz. Birincisi anmak, ikincisi anlamak, üçüncüsü yaşamak… Önce anmak, bizim bu konuda elhamdülillah hiçbir sorunumuz yok. Resulü Ekrem’i hep muhabbetle yad ediyoruz. Her an O’nun mübarek ismi şerifini duyduğumuzda elimizi kalbimize koyuyoruz, ‘salat ve selam senin üzerine olsun ya Resulullah’ diyoruz. Namazlarımızda, ezanlarımızda, şehadetlerimizde O’nun adını idrak ediyoruz.
Her şahadet getirdiğimizde tevhidi nasıl haykırıyorsak, şahadeti nasıl haykırıyorsak, Allah’ın varlığını ve birliğini nasıl haykırıyorsak, Efendimiz Muhammed Mustafa’ya olan imanımızı, ona olan şahadetimizi de ikrar ediyoruz. O’nun Allah’ın Resulü, Elçisi, Nebisi olduğunu ikrar ediyoruz. Kametlerimizde onu yad ediyoruz, az önce dinlediğimiz ilahilerde, kasidelerde, naat-ı şeriflerde hep onu sevgiyle yad ediyoruz, anıyoruz, muhabbetle yad ediyoruz, böylece birinci vazifemizi yerine getirmiş oluyoruz.
Ancak bizden beklenen sadece bu birinci vazife değil, bizden beklenen sadece Peygamberimizi anmak değil, ikinci büyük vazife anlamak… Asıl bizden istenen anlamaktır, O’nu tanımak ve anlamak. Elbette tanımak için kitaplar okuyacağız, O’nun o güzel hayatını doğumundan vefatına kadar bize aktaran siyer kitaplarını okuyacağız. Ancak, siyer kitaplarını okumakla sadece anlamış olamayız, birkaç hadis kitabını okuyarak O’nu anlamış olamayız, O’nun o güzel suretini, şemailini bize anlatan kitapları okuyarak anlamış olamayız. Biz tarihte yaşanmış, hayatı bitmiş bir kahramanın hayatını okur gibi Resulü Ekrem Muhammed Mustafa’nın hayatını okuyamayız.
Üçüncü vazifemiz, yaşamak… Anmak, sevgiyle, muhabbetle yad etmek, hayatımızda daima O’nunla olan gönül irtibatımızı diri tutmak sonra, O’nu tanımak, onu anlamak, onu anlamak için de Resulullah’ın bütün yönlerini okumak ve anlamak… Hem Peygamber olarak, hem beşer olarak, hem baba olarak, hem komşu olarak, hem dost ve arkadaş olarak, hem Allah’ın kulu olarak O’nu anlamak… Ama bizden asıl istenen üçüncü bir vazife var. O da yaşamak ve örnek almak… Diyor ki Rabbimiz yüce kitabında, ‘Allah’tan dünyada sevap umudu içinde olanlar, ahirette cennet umudu içinde olanlar ve Allah’ı çok ananlar için Muhammed Mustafa güzel bir örnektir’ Allah onu bütün insanlığa örnek olarak gösteriyor birinci ayette. İkinci bir ayet şöyle, ‘Habibim de ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun Allah da sizi sevsin’ Demek ki Allah’ı sevmenin yolu Peygambere, Muhammed Mustafa’ya tabi olmaktan geçiyor. Allah’ı sevmenin yolu, Resulü Ekrem’e tabi olmaktan geçiyor.
Bizden istenen tarihe gidip O’nun yaptığının aynısını yapmak değil. Bizden istenen, O’nu bugüne getirmek ve bugün O’nu örnek almaktır. Bu cümlenin altını çiziyorum, bizden istenen tarihe gidip O’nun yaptığının aynısını yapmak değil, bizden istenen, yaptığı işlerde bize emrettiği örnek davranışlarını bugüne taşımak. Bugün Resulü Ekrem’e tabi olmak, O’nu örnek almaktır.
O’nu doğru anladığımızda, O’nu doğru yaşadığımızda Kur’an-ı doğru anlamış oluruz. Çünkü O, Kur’an’ı yaşanan bir hayata dönüştürdü. O’nu doğru anladığımızda insanı doğru anlarız. İnsanın dokunulmaz olduğunu, insan onurunun değerini biz O’ndan öğrendik. O’nu doğru anladığımızda hayatın anlamını, hayatın manasını, var oluşun gayesini öğrenmiş oluruz. Bizden istenen O’nu örnek almaktır. Günlük ilişkilerimizde eş olarak, baba olarak, kardeş olarak, dost olarak Resulü Ekrem’in yaptığını yapmak… O’nun gibi doğru olmak, O’nun gibi dürüst olmak, O’nun gibi ahde vefa göstermek, O’nun gibi yetime rahmet etmek, O’nun gibi mazlumun yanında yer almak, O’nun gibi zalime karşı olmak, O’nun gibi daima hakkı ve adaleti ayakta tutmak… Bizden istenen bu.
Resulü Ekrem’i anlamada iki tane hatamız var. Birinci hatamız, O’nu sadece mucizelerle donatıp beşer üstü anlamaya, okumaya çalışmak. İkinci hatamız ise, sıradan bir beşer yerine koymak. Evet, O bir beşerdir, O’nun beşeriyeti de rahmettir, O’nun risaleti de rahmettir. Ama O’nun vazifesi sadece bize kitabı getirmek değildi, O’nun vazifesi kitabı yaşanan bir hayata dönüştürmekti. O’nun vazifesi sadece beyan etmek değildi, O’nun vazifesi o kitabı bize öğretmek, o kitapla arınmamızı sağlamaktı. Davet, irşat, tebliğ, beyan, bütün bunlar sevgili Peygamberimizin doğru anlaşılması için Cenabı Hakk’ın O’na verdiği görevlerdir.
O’nu anlamak için o güzel çocukluğunu okumak ve çocuklarla dostluğunu okumamız ve anlamamız gerekiyor. O’nu anlamak için gençliğini, kötülüklerin hakim olduğu bir toplumda bütün kötülüklerden korunarak yaşadığı gençliğini, gençlerle dostluğunu ve arkadaşlığını okumamız gerekiyor. O’nu anlamak için eş olarak nasıl bir eşti, eşine nasıl davranıyordu ve kadına verdiği değer neydi, kadınla hak kavramının henüz bir araya gelmediği bir dünyada kadın ve hak kavramını nasıl bir araya getirdiğini okumak gerekiyor. O’nu anlamak için nasıl bir baba olduğunu okumamız lazım, hem de kendisinden önce vefat eden 6 tane çocuğunu, yavrusunu ve onları bizzat mübarek elleriyle toprağa gömen acılı bir baba olarak O’nu okumamız gerekiyor. O’nu anlamak için nasıl bir komşu olduğunu okumamız gerekiyor. Efendimizin nasıl bir komşuluk hayatı yaşadığını okumamız ve anlamamız gerekiyor. O’nu anlamak için nasıl bir dost olduğunu, nasıl bir arkadaş olduğunu, sahabesine nasıl muamele ettiğini, ashabına nasıl davrandığını okumamız gerekiyor.
Biz bugün O’nun ümmeti olarak Resulü Ekrem’i doğru anlayabildik mi? Bu gece bu Mevlit Kandilinde bütün İslam coğrafyasında kendimize soracağımız soru bu, biz Muhammed Mustafa’yı anlayabildik mi? Onu anıyoruz, mevlitlerimizde muhabbetle yad ediyoruz, ama biz onu anladık mı? Biz onu anlasaydık cinayet şebekeleri flamalarının üzerine onun ismini nakşetme cüretini kendisinde görebilir miydi acaba? Eğer İslam ümmeti O’nu anlasaydı, O’nun adına O’nu ümmetinden biri bir başkasını kendisi gibi düşünmüyor diye katledebilir miydi?
Eğer bizim çocuklarımız, gençlerimiz O’nu anlayabilselerdi, yeryüzünde sadece sevgiyi, sadece rahmeti, merhameti, adaleti gerçekleştirmekten başka gayeleri olmazdı. O’nu anlayabilseydi bu milletin çocukları, şehirlerin merkezinde hendekler kazarak kendi ülkesine, kendi milletine, kendi çocuklarına tuzak kurmakla uğraşır mıydı? O çocuklara, o gençlere sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa’yı tanıtabilseydik çocuklarımız bu kötü yollara düşerler miydi acaba?
Cenabı Hak Muhammed Mustafa’nın, sevgili Peygamberimizin gönderiliş gayesini bir cümleyle ifade buruyor, ‘Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik’ ‘Biz seni sadece Sünnilere rahmet olarak gönderdik’ demiyor, ‘Biz seni sadece Şiilere rahmet olarak gönderdik, biz seni sadece Alevilere rahmet olarak gönderdik, biz seni sadece Araplara rahmet olarak gönderdik, biz seni sadece Türklere rahmet olarak gönderdik’ demiyor. Hatta ‘Biz seni sadece Müslümanlara rahmet olarak gönderdik’ demiyor, ‘Biz seni bütün alemlere rahmet olarak gönderdik’ buyuruyor. O’nun rahmeti sadece bize değil, O’nun rahmeti bütün kainata. Ama biz O’nun getirdiği rahmeti kendi aramızda bile yayamadık, bırakın alemi, bırakın dünyayı, Müslümanlar kendi aralarında bile Muhammed Mustafa’nın o rahmetini yayamadı, oysa bütün insanlar rahmeti ve merhameti bizden bekliyordu.
Biz adalet ve merhamet timsali olan bir Peygamberin ümmetiyiz. Böyle bir Peygamberin ümmeti olmakla Cenabı Hak bizi şereflendirmiş ve O Peygamberin doğumunun Hicri takvime göre 1445. yılını idrak ediyoruz. Böyle bir Mevlit Kandilinin tekrar O’nun getirdiği rahmetin, merhametin bütün yeryüzüne, bütün insanlığa yayılmasına vesile olmasını Cenabı Hakk’tan niyaz ediyorum. Sizin yüreklerinizden, çocuklarınızın yüreklerinden Muhammed Mustafa sevgisi hiçbir zaman eksik olmasın.